SOKAK LAMBALARI VE BANKLAR

SOKAK LAMBALARI VE BANKLAR

Merhaba Sevgili Okurlar,

Havaların düzelmesi ile her gün olmasa da yürüyüş yolunda adımlamaya dikkat ediyorum, birçok gölbaşı halkı gibi. Herhalde Gölbaşı’nı ve halkını diğer ilçeler ve yerleşim yerlerinden ayıran en güzel özelliklerden bir tanesi. Birçok kişi yaz kış demeden günlük yürüyüşüne devam ediyor. Ne güzel bir alışkanlık değil mi? Yaklaşık bir hafta önce yine yürüyüş yaparken İmam Hatip Lisesinin civarına geldiğimde baktım güneş batıyor ve hafif bir esinti. Hemen kendimi bir banka attım o nefis temiz havayı solumak ve benzersiz manzarayı seyre dalmak için, insanın içi huzur doluyor. Ne ekonomik kriz, ne alacak verecek, ne onun bunun lafı, ne aşağı ne yukarı her an hayatla biraz daha barışık hale geliyorsun. En azından ben böyle hissediyorum. Bir gün sonra oradan geçerken baktım ki üzerinde dinlendiğim bank kırılmış, üzüldüm kendi kendime dedim herhalde birkaç genç güç gösterisini fazla abartmış veya birden fazla aşırı kilolu birileri oturmuştur diye kötü düşünmemeye çalıştım. Geri dönüş yolunda kırık bankın az ilerisindeki banka misafir oldum. Ancak bir gün sonra da ikinci bankında aynı şekilde parçalandığını gördüm. O zaman aklımdaki iyi niyetler giderek aklıma her türlü hakaretler geldi bazısı ise istem dışı dilime düştü. Ne yazık ki üçüncü günde bir başka bankın kırıldığını gördüm. Etrafıma biraz daha dikkatli bakarak yol kenarında sabit olan çöp kutuları, sokak lambaları ve banklara dikkat etmeye başladığımda fark ettim ki, her gün bu saydıklarımdan bir veya birkaçı ya kırılıyor, ya komple ortadan kayboluyor. Gölün karşısında kamelyaların parçalandığını, korkulukların kırılarak kısmen veya tamamen yerinden söküldüğü gözlerden kaçmıyor.  Son aylarda hırsızlık olayları (özellikle hurda olarak para edebilecek her şeye karşı) arttı.  Sağa sola bakınca da yürüyüş yolu üzerinde emniyetin mobeselerini, belediyenin kameralarını fark ettim.  Ama biliyorum ki yapan yaptığıyla kalacak, olan yürüyüş yolunu tamamlayan bu malzemelere olacak.  

Bu yaşananlar beni yıllar öncesine götürdü, aklıma geldikçe haylazlığıma güldüğüm babama şükrettiğim günlere. İlkokul öğrencisiyim sekiz dokuz yaşlarında o yıl köyümüze eylül ayında 30 tane 120 Watt sokak lambası takıldı, elektrik direklerine (öncesinden de yaklaşık 10 tane var), lambaların etraflarında tencere kapaklarına benzeyen alüminyumdan yapılı koruyucu var. Hem ışığın dağılmasını engelliyor, hem de yağmur kar kış fırtına gibi olumsuz hava koşullarından koruyor. Ancak şimdiki koruyucular gibi sokak lambalarının önündeki plastik koruyucu yoktur.

 Köyün sokakları ışıl ışıl oldu, büyükler; “Maşallah gündüz gibi oldu” diyorlardı. Güneşin batmasıyla biten oyunlarımız akşam yemeğinden sonrada devam etmeye başladı. Köyde tam bir bayram havası yaşanıyor. Lafı uzatmayayım, sokak lambaları takıldıktan yaklaşık bir hafta on gün sonra köyün içerisinde gezerken benim yaşlarımda 10-15 tane çocuğun bağrışmalarına doğru yöneldim. Yanlarına gittiğimde bunların elektrik direklerine doğru taş attıklarını gördüm. “Ne yapıyorsunuz?” diye sorduğumda. Yarış yaptıklarını ve bu yarışın, en az taş atarak en fazla sokak lambası kırmak olduğunu söylediler. Ve aralarından bir tanesi pazılarını şampiyonluk kazanmış sporcu gibi yukarı kaldırarak “ Ben birinciyim, ben birinciyim 6 tanesini ben kırdım” diye hava atıyordu. Bu arada lambaların birçoğunu kırdıklarını söylediler.

Bunlar konuşulurken birçoğu da şeytan taşlar gibi habire sokak lambasını taşlıyorlar ne hikmetse vuramıyorlar ve lamba kırılmıyordu.  Lambanın etrafındaki alüminyuma her taş değdiğinde çıkardığı sesler halen kulaklarımda. Çocukların çete başı en büyüğü bir ara bana döndü “Sen niye atmıyorsun?” dedi. Bende arkadaşların rüzgârına kapılarak bir taş attım, arttık şanstan mı yoksa ayrı bir yetenek mi bilmiyorum ilk atışta hedefi vurdum ve lamba kırıldı. Bunu gören diğer çocuklar ve çete lideri, övgüler dizmeye başladılar ve bir sonraki sokak lambasının olduğu yere omuzlar üzerinde gittim. İkinci sokak lambası da tek atışla kırılınca görme bende ki sevinci. Üçüncü sokak lambası köy 1. Azasının (encümen) evinin önündeydi ve ben dâhil hiçbir çocuk lambayı kıramadık, her atılan taş ıska geçince sinirler gerildi bağrışma arttı ve en sonunda Azanın (encümenin) ailesinden birileri bizi görerek bizleri ailelerimize söyleyeceklerini dile getirince kaçarak oradan uzaklaştık.

 

Şeytan azapta gerek ya, o günün akşamı babam ve yan komşu hiçbir şeyden haberleri olmadan 1. Azanın evine misafirliğe gittiler, onlar tekrar eve gelmeden erkenden uyuduğumu biliyorum. Sabahına tahmin edersiniz, babam beni güzel bir benzetti (ellerine sağlık). Komisyon kurulmuş ve köyde kırılan tüm lambalar tespit edilerek hepsinin parası babamdan alınmış, diğer çocuklar mı hepsi “pürü pak”. Lambaların fiyatını bilmiyorum ama babamın bir haftalık yevmiyesinden daha fazlaydı ödediği ceza. O gün bugündür gençlerin, çocukların kamu malına bilerek veya bilmeyerek neden olduğu bir zararlarını görünce aklıma babamın dayağı ve 1. Azanın işin üstüne gitmesi aklıma gelir.

Peki, bizim burada (Gölbaşı’nda) 1. Azanın işini yapabilecek emniyet güçleri nerede? Halkın genelinin faydalanması için yapılan bu hizmetlere bu düşmanlık niye, bu kinin sebepleri ne? Bu eylemin sonunda kimler fayda sağlıyor? Bu soruların cevaplarını bularak sorumlulara hesap sorulmadan bu işin sonu gelmez.